Üst Mahkeme Görevsizlik Kararı Verebilir mi? Adaletin Edebî Yankısı Üzerine Bir İnceleme
Bir edebiyatçı için kelimeler, sadece anlam taşıyıcısı değil, dünyanın biçimini yeniden kuran sessiz mimarlardır. Kelimeler, tıpkı bir mahkeme kararı gibi, varlığın düzenini şekillendirir. Cümleler birer hüküm, paragraflar ise adaletin yankısı gibidir. Bu yazıda, “Üst mahkeme görevsizlik kararı verebilir mi?” sorusunu hukuki bir tartışma olmaktan çıkarıp, edebiyatın çok katmanlı anlatı dünyasında yeniden okumayı deneyeceğiz. Çünkü her dava bir hikâye, her mahkeme bir sahne, her karar da insanın kendi vicdanına yazdığı bir cümledir.
Kelimelerin Yargısı: Dilin Mahkemesinde Adalet Arayışı
Edebiyatın dünyasında mahkeme salonu, insan ruhunun içsel çatışmasının bir metaforudur. Kafka’nın “Dava”sında Josef K.’nın suçunun ne olduğu bilinmez ama o, sistemin soğuk duvarları arasında bir karar bekler. Orada da bir tür “görevsizlik” vardır aslında — adalet, kendi görevini yerine getiremeyecek kadar yabancılaşmıştır. Üst mahkeme görevsizlik kararı verdiğinde, bu bir adalet arayışının ertelenişidir; tıpkı yazarın, anlatısını tamamlamadan yeni bir romana geçmesi gibi. Hikâye yarım kalır ama anlam çoğalır.
Kelimelerin mahkemesinde ise görevsizlik, bazen bilinçli bir tercih olur. Anlatıcı susar, çünkü kelimeler artık hüküm veremez. Görevsizlik, bazen yazının kendi sınırını fark etmesidir — yazarın “burada benim sözüm biter” demesidir. Edebiyatta da hukukta da bu bir olgunluk işaretidir.
Anlatılarda Görev ve Yetki: Karakterlerin Sınırları
Bir romanda her karakterin kendi “görevi” vardır. Ana karakter merkezde durur, yan karakterler çevresini örer. Fakat bazen bir yan karakter, hikâyenin sınırlarını aşar; romanın gidişatını değiştirir. İşte o an, edebi anlamda bir “üst mahkeme” devreye girer — yazarın bilinci. Yazar, anlatının hâkimi olarak karar verir: Bu karakterin hikâyede yeri var mı, yoksa görevsiz mi kalmalı?
Shakespeare’in tragedyalarında bu sıkça görülür. Macbeth, görev duygusuyla değil, hırsla hareket eder. Onun “mahkemesi” kendi vicdanıdır ve o mahkeme, nihayetinde onu görevsiz kılar. Çünkü adalet, karakterin içinde kurulmamıştır. Görevsizlik kararı burada metaforik bir anlam taşır: İnsan, kendi sınırlarını aşınca kelimelerin anlamı da bozulur.
Adaletin Edebî Formu: Yargı, Yazı ve Vicdan
Edebiyatta adalet arayışı, sadece mahkeme duvarları arasında değil, dilin içinde gerçekleşir. Her cümle bir tanıklık, her nokta bir karar gibidir. Üst mahkeme görevsizlik kararı verdiğinde, hikâyenin anlamı bir süreliğine askıya alınır. Okur bekler — tıpkı bir karakterin kaderini beklediği gibi.
Bu noktada Albert Camus’nün “Yabancı” romanını hatırlayabiliriz. Meursault’nun davası, adaletin biçimsel kurallarıyla değil, toplumsal ahlakın görünmez yasalarıyla yürür. Gerçekte mahkeme onu öldürmez; onu ölüme mahkûm eden şey, toplumun onun üzerine verdiği “anlamsızlık kararıdır.”
Edebiyatta bu, görevsizliğin en trajik biçimidir: Vicdanın sustuğu, dilin hüküm veremediği an.
Üst Mahkemenin Sessizliği: Okurun Vicdanında Bitmeyen Dava
Peki, edebiyatın üst mahkemesi kimdir? Yazar mı, eleştirmen mi, yoksa okur mu?
Bir metin yayımlandığında artık yazara ait değildir; onun “üst mahkemesi” okurun zihninde kurulur. Her okur kendi yorumuyla bir karar verir. Kimi, anlatıya görevsiz der; kimi, onu evrensel bir hakikat olarak okur. Edebiyatta görevsizlik kararı, bazen metnin kendi çağını aşarak geleceğe seslenmesi anlamına gelir. Çünkü gerçek edebî adalet, zamana direnen kelimelerde gizlidir.
Okur olarak bizler, her satırda bir yargıca dönüşürüz. Her hikâyede, kendi içimizde bir dava yürütürüz. Üst mahkemenin görevsizlik kararı ise bize şunu hatırlatır:
Bazı kararlar ertelenmeli, bazı cümleler yarım kalmalı ki insanın vicdanı konuşabilsin.
Sonuç: Hikâyenin Bitmediği Yer
Sonunda anlarız ki, edebiyatta da hayatta da görevsizlik, bir son değil; yeni bir başlangıçtır. Üst mahkeme görevsizlik kararı verebilir — çünkü her karar, bir başka anlam katmanına yol açar.
Edebiyat, bu boşluğu doldurur; mahkemelerin söyleyemediğini kelimeler söyler.
Ve okura şu soruyu bırakır:
“Bir hikâyenin adaletini kim sağlar — yazar mı, karakter mi, yoksa sen mi?”
Bu sorunun cevabı, belki de her birimizin içinde süren sonsuz mahkemenin yankısında gizlidir.