Görüp Gözetmek Ne Demek? Tarihin Aynasında Bir Kavramın İzinde
Bir tarihçi olarak geçmişe her baktığımda, insanların birbirlerini nasıl görüp gözettiğini, toplumların dayanışma biçimlerinin nasıl değiştiğini merak ederim. Bu kelime, ilk duyulduğunda basit bir anlam taşır gibi görünür; ancak içine girdiğinizde, tarihsel bir bilinç, insani bir sorumluluk ve toplumsal bir vicdan barındırdığını fark edersiniz. “Görüp gözetmek”, sadece görmek ya da denetlemek değildir; ilgilenmek, korumak, sahip çıkmak, yani birine ya da bir şeye göz kulak olmaktır. Peki bu kavram, tarih boyunca ne anlama geldi, hangi dönüşümlerle bugüne kadar geldi?
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Görüp Gözetmenin Toplumsal Kökleri
Osmanlı toplumunda görüp gözetmek, devletin ve bireyin temel ahlaki yükümlülüklerinden biriydi. Mahalle kültürü, bu anlayışın en canlı örneklerinden birini sunar. Mahalle imamı, esnaf, komşu, hatta çocuklar bile birbirlerini gözetlerdi. Ama bu gözetleme, bugünkü anlamda bir denetim ya da kontrol mekanizması değil; aksine, sosyal dayanışmanın ve ahlaki düzenin sürdürülmesini sağlayan bir araçtı.
Birinin kapısı günlerce kapalı kalsa, komşusu gider halini hatırını sorardı. Yani “görüp gözetmek”, hem fiziksel bir dikkat hem de manevi bir sorumluluktu. Bu gelenek, Osmanlı’nın “imece” kültüründe, “vakıf” anlayışında, hatta “lonca teşkilatlarında” bile kendini gösterdi. Herkesin bir diğerinin iyiliğini gözettiği bir düzenin parçasıydı bu.
Modernleşme ve Gözetimin Dönüşümü
19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında, modernleşme süreçleriyle birlikte bu kavram yeni bir anlam kazandı. Artık devlet, vatandaşlarını “görüp gözeten” bir yapı haline geldi. Nüfus sayımları, kimlik belgeleri, okullaşma oranları ve kent planlamaları, bireylerin artık sistem içinde izlenebilir hale geldiği dönemin habercisiydi.
Bu, bir yandan modern devletin düzen kurma çabasıydı; öte yandan da mahremiyetin daraldığı, bireyin gözlemlendiği yeni bir çağın kapısı. Artık “görüp gözetmek” yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda bürokratik bir eylemdi. Devletin gözü, vatandaşın günlük yaşamına kadar inmişti.
Foucault’nun Panoptikonundan Günümüz Dijital Çağına
Fransız düşünür Michel Foucault, “görüp gözetmek” kavramını iktidar ilişkileri üzerinden yeniden tanımlamıştı. Ona göre gözetim, iktidarın sürekliliğini sağlayan bir araçtı. Panoptikon modelinde mahkûmlar sürekli izlenebilecekleri hissiyle, kendilerini denetler hale gelirlerdi. Bu fikir, bugün dijital çağda yeniden karşımıza çıkıyor.
Artık “görüp gözetmek” sadece devletin ya da toplumun işi değil; bireylerin birbirini sürekli gözlemlediği bir dijital panoptikon içinde yaşıyoruz. Sosyal medya, güvenlik kameraları, veri takip sistemleri… Hepsi birer “göz”. Bu durum, tarihin eski bir kavramını bambaşka bir düzleme taşıdı. Gözetmek artık korumak mı, yoksa kontrol etmek mi? Bu soru, çağımızın en derin ikilemlerinden biri haline geldi.
Bugünün Dünyasında Görüp Gözetmek
Günümüzde “görüp gözetmek” kavramı, iki uç arasında salınıyor. Bir yanda dijital gözetim mekanizmalarının artışıyla mahremiyetin erozyonu yaşanıyor; diğer yanda ise toplumsal dayanışma değerleri zayıflıyor. Pandemi döneminde, komşusuna yardım eden insanlar, bir anlamda bu kavramın tarihsel özünü yeniden canlandırdı.
Yani “görüp gözetmek”, hâlâ yaşayan bir toplumsal refleks. Fakat artık bu refleks, teknolojik araçlarla yeniden tanımlanıyor. İnsanlar sevdiklerinin “çevrimiçi” olup olmadığını kontrol ediyor, konumlarını takip ediyor; bu da “modern görüp gözetme”nin yeni biçimi haline geliyor.
Geçmişten Bugüne Bir Paralellik
Tarih boyunca “görüp gözetmek” bir sorumluluk, bir ahlak ve bir güç biçimi oldu. Osmanlı’da bu sorumluluk cemaat temelliydi; modern çağda devletin eline geçti; dijital çağda ise bireyin elinde yeniden şekilleniyor.
Bugün bizler, bir yandan korumaya çalışırken diğer yandan fazla gözetliyoruz. “Görüp gözetmek” artık sadece bir eylem değil, etik bir tercih haline geldi. Kimi zaman birini korumak için görmemiz gerekir; kimi zaman da saygı için bakmamamız.
Sonuç: Görüp Gözetmek, İnsan Olmanın Aynası
Tarihsel süreçte anlamı dönüşse de, görüp gözetmek insan olmanın özünde yer alan bir davranıştır. Bu kavram, sorumluluk ile özgürlük arasındaki dengeyi temsil eder.
Belki de en doğru tanım şu olabilir: Görüp gözetmek, başkasının varlığını fark etmek ve o farkındalığı merhametle taşımaktır. Geçmişin mahalle kültüründen bugünün dijital dünyasına kadar, bu kavram bize insan ilişkilerinin hem kırılganlığını hem de sürekliliğini hatırlatır. Çünkü tarih boyunca değişmeyen bir gerçek vardır: İnsan, insana bakarak insan kalır.